Günümüzde biraz değişse de bir şehre bir beldeye girdiğinizde orada yaşayanların dini inancını, kültürünü değerlerini kısaca yaşama biçimini anlarsınız.O şehri kuranlar o şehre bir kimlik verir. Tapular bırakır.Bu tapu bazen bir ibadethane bazen bir çarşı düzeni bazen de bir sokak ya da anıttır. Ama unutulmaması gereken en önemli imza ise mezar taşlarıdır. Bu eserler kimliktir tapudur,o şehir için okunması gereken rehber kitaptır. Bizim tapu eserlerimiz Bosna’dan Yemen’e, Gürcistan’dan Cezayir’e, Mısır’a dünyanın dört bir yanındadır.
        Ünlü Edebiyatçı Ahmet Hamdi Tanpınar şöyle yazmış “Türk-İslam şehri her yerde kendi ritmi, kendi hususi zevki ile vardır, her adımda önümüze çıkar. Kâh bir türbe, bir cami, bir han, bir mezar taşı, burada eski bir çınar, ötede bir çeşme olur ve geçmiş zamanı hayal ettiren manzara ve isimle, üstünde sallanan ve bütün çizgilerine bir hasret sindiren geçmiş zamanlardan kalma aydınlığıyla sizi yakalar. Sohbetinize ve işinizin arasına girer, hülyalarınıza istikamet verir.” Ahmet Hamdi Tanpınar (Beş Şehir, Ankara 1960, s. 109)
         Tabii ki toplumda ihtiyaçlar ve ilişkiler değiştikçe yaşam şartları geliştikçe şehir yapımızda değişmiştir, değişecektir. Örneğin Osmanlılarda, şehir tarif edilirken “Cuma kılınır, bâzâr kurulur” denilmiş. Klasik İslam şehrinin en belirgin özelliklerinden biri olan bu olgu, tüm belde halkının haftada bir gün Cuma camiinde ibadet için toplanması ve toplanan büyük kalabalığın potansiyel müşteri olarak algılanmasıyla etrafında kurulan ticarethaneler ve tabii ki “Pazar” anlayışı günü değişse de hala devam etmiyor mu? Üreticinin özellikle sebze ve el emeği üretiminin alıcısı ile buluştuğu yer.
            Bir başka özellik bizim şehrimizde de yok mu? İnanç yaşantımızdan dolayı mahallelerimizin oluşması…  Aşıkpaşa ,Kayabaşı,Medrese örneğin…Ortada bir tekke, imaret ya da medrese ve etrafında oluşan hayat değil mi?
         Ya kaybettiğimiz sokaklar, avlular…. Özel hayata getirdiği mahremiyet ölçülerini dikkate alan düzenlemeler….. Evler doğrudan sokağa açılmaz, sokağı sınırlayan duvar gerisindeki avluya açılırdı. Bunun temel amacı aile mahremiyetini, özgün ve özgür yaşama alanını korumaktı. Belki ihtiyaçtan belki de özenti ve tektipleşmekten  özkültür de diyebileceğimiz Ziya Gökalp’in deyimi ile Milli Kültürümüzü “Hars”ımızı kaybediyoruz. İnanç ve yaşam tarzımız değiştikçe şehir yapımız , sokaklarımız da değişmeye başladı. Artık tüm sokak hanımları teyzemiz, halamız, erkekleri amca ya da dayımız değil. Artık sokakta oynamak bittiği gibi 3 ev ilerideki komşu kimsenin çocuğuna peynirli dürüm vermiyor. Cenazesinde, düğününde evini açmıyor. Buna da yanlış bir tabirle Kent yaşamı ya da Metropol Kültürü  diyoruz. Ya da “UYGARLAŞIYORUZ”
          Balık/Kent/Şehir/Polis/Belde/Medine/Site/Metropol /Şaar içinde yaşanan hukukun inşa ettiği ve sınırladığı hayat biçiminin yaşandığı yer, mekandır. Hukukun yabancılaştığı, evrensel norm adı altında yabancı (Hristiyan inanç kültürünün) hukukun ve yaşantısının yaygınlaştığı düzenlerde kentlerin de insanına yabanlılaşması muhakkaktır.

Makale Yorumları
Makaleye ait yorum henüz yok.
Makaleye Yorum Yazın
Yazarın Diğer Makaleleri