Edebiyatın, insanlığın en özgün dili diye tanımlanması mümkündür. Bu nedenle tarihlerin yazılması, savaşların çığlıklarının hissedilmesi, düğün ve eğlence törenlerindeki ihtişamın ifadelendirilmesi, bir çocuğun, bir çiçeğin, bir yağmurun hüznü edebiyatla aktarılabiliyor ancak. Burada şairin dolayısıyla şiirin yıldırım hızıyla yakaladığı, kanattığı, coşturduğu fark ortaya çıkıveriyor. Filistin direniş öyküleri, romanları, şiirleri de öyle bizim için. Bu coğrafyalarda olan biten her şey bizleri ilgilendiriyor. Dünün tarihiyle bu günün tarihi arasındaki vaz geçilmez bağlarımız bizleri birlik ve beraberliğe zorluyor kuşkusuz. O nedenle savaşın beynimizde bir ur gibi tepinip durduğu bu günlere barışı getirecek anlayışta yine bizim yüreğimizdeki inanç, iman ve muhabbete bakıyor.
İki bin sekiz yılında kaybettiğimiz edebiyat dünyamızın önemli simalarından sadece Mahmut Derviş değil, Cengiz Aytmatov, Erdem Bayazıt, Dilaver Cebeci, İlhan Berk, Ahmet Yüksel Özemre, Necla Pekolçay, Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı da ilave ederek iki bin dokuza girdiğimiz şu günlerde Baytiyar Vahapzadeyi de uğarladık. Şimdi Filistin edebiyatının önemli sütunlarından birini kaybettiğini, onun çağdaş edebiyatta Filistin direnişinin sesi olduğunu söyleyen Meşal, Derviş'i içinden çıkaran Filistin halkının onun yerini dolduracak bir yenisini çıkarma gücünü gösterebileceğini söylemişti. Elbette savaşın damarlarındaki akan sıcacık şehit kanları yenileriyle yeşermeye ve dirilişin kıyamete değin devam edeceğine olan inancımızla, 'Ölmeyen' şiirinde Mahmut Derviş şöyle fısıldıyor bu muştuyu;
Ölüyorum umut içinde.
Ölüyorum yangın içinde.
Ölüyorum asılarak.
Boğazım sıkılarak.
Demiyorum ama bir kez
Aşkımız öldü.
Aşkımız ölmez.
Son yüz yıl savaşları, İslam coğrafyalarında yapıldı ve yapılıyor. Bu geçmiş 'ihtişamlı medeniyetin' kaybedilmiş ve dibe vurmuş pörsüyen ruhların intikamı diye ifade edilebilir elbette. Yeniden toparlanma adına ruh ve fikir işçiliğinde özgünlük istiyor. Savaş altındaki ülkelerin edebiyatları, şiirleri, musikileri de yaşananlarla şekilleniyor. Filistin özgür oluncaya değin ölüm ve yıkımlarla örülecek şairlerin mısraları ve dantel dantel işleyerek ruhların heyecanlanmasını ve yeniden ayağa kalkarak özgürlüğe ulaşıncaya değin sürdürecekler çığlıklarını.
Musa Hawamdeh, "belki de yazmak benim için bu acıları bir şekilde paylaşma biçimi. İçimdekileri dışarı çıkarma biçimi. Zaten yazılarımda bunun etkisi her zaman vardır. Belki de köyümüze gelen İsrail askerilerinin o gün bizlere yaşattıklarından dolayı bir eziklik var, belki de bir acizlik. Aslında tüm çocuklar orada aynı şartları yaşıyor ve benzer duyguları hissediyor. Zaten 10 yaşımdan itibaren de hep gösterilerin içindeydim. Galiba kalem ve kâğıt benim bir anlamda kaçış alanı oldu. Ama sanmayın ki çok büyük hayallerim var bu anlamda. Ben, kalem ve kâğıtla mucizeler, özgürlükler oluşturabileceğimizi sanmıyorum" şeklinde konuşsa da destanlara ulaşmak ve destanlar yazmak ancak düştüğümüz yerden imanla kalktığımız zamanlarda oluşmuştur.
Afşar Timuçin "Filistin ve Şiir" başlığıyla yazdığı bir yazıda "bir direnişin duygu ve düşünce yanını temsil eden insanlar, bütün dünyaya seslerini duyurdular artık. Bütün dünya onların ağzından Siyonizm'in zulmünü, emperyalizmin oynadığı çirkin oyunları, yersiz yurtsuz bırakılmış suçsuz insanların çektiklerini öğreniyor. Filistin kavga şiirleri bir yandan birer savaşçı, bir yandan da dünya kamuoyu önünde birer doğrulayıcıdırlar. Şiirlerinde kendini halka ve insanlığa adamış bütün şairlerin, dünyanın önde şairlerinin derinliğini, yalınlığını, duru, aydınlık, umutlu bakışını buluruz" diyor.
Filistin yürekli çocuk
Akıt yaşlarını taşlara,
Sevdan büyütsün miraçla seni
Örselenmiş taş atan ellerinde gördüm cenneti
Aşk ile yandı sevda ülkesi Filistin
Sönmeyecek iman ateşin.
Şeyh Ahmed Yasin'in duasıysa, yürek atışlarımıza hız vermekle kalmıyor ruhumuzu ve bedenimizi titreterek imanımıza sahip çıkmamızı ne yapmamız gerekiyorsa onu yapmamızı söylüyor;
"Allah`ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum! Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah! Ben ki saçları ağarmış, ömrümün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belâlarının estiği biriyim!
Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak?
Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilâtları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye. `Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mü`min kullarına yardım et!` diye çağıramaz mı? Buna da mı gücünüz yetmiyor?
Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!
Allah`ım! Sana şikâyette bulunuyorum... Sana şikâyette bulunuyorum... Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı Sana şikâyet ediyorum. Sen mustazafların rabbisin... Sen bizim rabbimizsin... Bizi kime bırakıyorsun? Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana m?
Allah`ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına, sana şikâyette bulunuyorum.'
Emperyalist zihniyetlere karşı uyanık olmak gerekiyor. Şiiri ve yazıyı kurşun gibi dökmek gerekiyor. Dağlanan vücudumuzdaki yarayı ve acıyı onarmak gerekiyor. O nedenle yeniden binlerce kez daha secdede olmak gerekiyor. Dualarda, niyazlarda, avazlarda yanmak gerekiyor.
Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mü`min kullarına yardım et! Amin.