Fikir kalemizin mühim ve kıymetli burçlarından birisi olan Muhammed Sezai Karakoç, 1933’de Ergani’de güllerin açtığı bir mevsimde başladığı ‘dünya sürgünü’nü 2021 yılının hazan mevsiminde ikmal ederek, o çok özlediği vuslat yolculuğunun menziline varmıştır. Çocukluğundan vefatına kadar, sessiz, mütevazı, çalışkan, cesur, cömert, münzevi ve dost canlısı bir insan olarak yaşadığı, yakınları tarafından ifade edilen çok yönlü şair, mütefekkir Sezai Karakoç’tan hepimizin hafızasında birkaç mısra veya bir deyiş veya deyim vardır. Sezai Karakoç, bizatihi üzerine inceleme yapıp kitap hacminde yayımladığı Mevlâna, Yunus Emre, Mehmed Akif gibi bütün halka, millete mal olmuş bir kıymetimizdir. Ne var ki yaşarken bu hakikati ifade eden küçük bir kesimin yanında, kahir ekseriyetin suskunluğu hayreti mucip bir tavırdır. Sezai Karakoç bu tavırları pek de kâle alarak yaşayan birisi olmamıştır. O’nun kendisine mahsus bir çizgisi vardır, o istikamette bıkmadan usanmadan yürümeyi şiar edinmiştir. ‘Biz mahcup ve onurlu çocuklarız. Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız’ diyen bir uzun maraton insanıdır. Kalabalıklar içinde yalnız, başı önüne eğik, boynu omuzlarının arasına gömülmüş, dalgın ve derin gözleri karşıdan bakıldığında görünmeyen ama daima bir hüznü, bir kederi, bir derdi taşıyor intibaını uyandıran, bu kısaya yakın orta boylu adamın usul ve kısa adımlarla yürüyüşü, beyninde yüklendiği fikrin ağırlığını kaldırmakta zorluk çekiyormuş izlenimini verir. Gündelik ilişkilerin sıradanlığı arasında, karşınızda duran bu adamın sıradan görünüşü kimse için, hiçbir özel anlam ifade etmez. Ne zaman ki O’nunla entelektüel bir zeminde karşılaşırsanız, o zaman bu, her yanıyla mütevazı görünüşlü adamın beyninden fikirler, imajlar, buluşlar, benzetmeler, görüşler, kuramlar fışkırdığını görürsünüz. O’nu çok yakından tanıyan bir dostunun tasviriyle Sezai Karakoç’un dış görüntüsü…

   O’nun iç örüntüsünü anlayabilmek için bir ömür yazdığı kitaplarını okumak ve mücadelesini incelemek gerekir. Belki bu da yetmez. Zira Sezai Karakoç, eserini defalarca aşan biridir. Eseri dehasının ürünü  olması gereken birikimin az bir kısmıdır: keyfiyet olarak değil kemiyet olarak…

   O, ‘Gün Doğmadan’ yola çıkan adamdır. Doğu’yu ve Batı’yı hatmetmiştir, hazmetmiştir. Kendi kısıtlı imkânlarıyla demir asa, demir çarık yol almağa devam etmiştir. İhtiyaçlı olduğu zamanlar bile devletin zirvesinden vaki davet ve mükafata dönüp bakmayan müstağni adamdır. O’nu biraz anlamak için üzerine kafa yorup kitaplaştırdığı Mevlâna, Yunus, Mehmed Akif ve çokça tesirinde kaldığı Fuzuli gibi eşsiz kıymetlerimizle ilgili yazdıklarına bakmak gerekir. Fikir ve his dünyamızın bu büyük insanlarıyla aynı damardan geldiği, aynı kaynaklardan beslendiği, duyuş ve deyiş akrabalığı olduğunu müşahede ederiz. İslam Ümmetinin herc ü merc devirlerinde ayakta kalmış, ümmete yol yordam göstermiş bugün dahi ümmet için yol gösterici bir kandil durumundaki müstesna şahsiyetlerin, çağımıza aktarıcısı olmuştur. O ezeli hikmeti bugüne taşıyan gerçek bir şairdir. Tıpkı Mevlâna, Yunus ve Akif’in şiirlerinde fert ve cemiyeti torlayıp toparlayan, yol gösteren ve kendisi de yolculuktan nasibdar bir seferidir. O’na göre Mevlâna’nın ‘Mesnevisi Kur’ân-ı Kerîm’in aşk kanıyla yazılmış bir tefsiridir’. Haçlı kırımı ve Moğol istilası karşısında yara alan Anadolu’nun, İslâm dünyasının ‘tabib-i manevi’sidir. Metafizik planın mimarıdır. Mevlâna, Hacı Bektaş ve Hacı Bayram-ı Veliler, Yunus Emreler ve Serhat Akıncıları… İşte yeni Anadolu’nun bu yüzyıllardaki önder kurucuları…  Yunus Emre’nin deyişleri bütünüyle İslam’ı telkin eden tesirli söyleyiş tarzıdır. Bu şiirler İslâmın duyuş, düşünce ve inanç âlemini, estetik ve güzellik imkanları içinde tasvir eder. ‘Adı güzel kendi güzel Muhammed’ salavatın Müslüman Türkün ruhuna nakşedilmesi, diline tercemesidir. Erimiş bir maden gibi İslâm ruhu, şiirlerinde biçim almıştır. Akif ise O’nun gözünde ‘Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı’ diyen, milletin ruhuna kök salan mücadele adamıdır. Bütünüyle Akif’in davasına sahip çıkar ve seslenir: “ Boşuna yaşamadın, boşuna savaşmadın ve boşuna ölmedin”. Sonra Akif’in idealize ettiği Asım’ın yanına ‘Taha’yı katarak yoluna devam eder. Tek derdi “Her çağ başka bir ses Duyulan mızrabından Doğmamış ve Ölmeyen Gelmemiş ve Gitmeyen”dir. “Kudüs’ü Mekke’ye taşıyacak bir deve bulsam, Dicle’de suvarsam onu Fırat’ta yıkasam, Kızılırmak toprağından kına sürsem saçlarına , Sakarya’yı zincir gibi şakırdatsam, Bardak bardak sunsam Porsuk’u kevser gibi, Refref gibi uçuracak zemzem sunsam” diyerek en mücerretten en müşahhasa yol arar ömrü boyunca

   Sezai Karakoç, bir monografi olarak  şair Fuzuli hakkında müstakil bir kitap yazmasa da O’nun ‘Leyla ile Mecnun’ ve  ‘Hadîkatu’s-Sueda’sından  uyarlamaları, büyük şairden açıkça etkilendiğini gösterir. Fuzuli’nin “Mecnunun adı var asıl âşık u sadık menem” sözünde olduğu gibi Sezai bey de davasının mecnunu, çok sevip saydığı Necip Fazıl’ın “Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun” mısraında belirttiği şekilde, Allah yolunun yolcusudur. Monna Roza ile yola çıktığı sanılsa da “Yitik Cennet”inin peşindedir, “Hızırla Kırk Saat” muhavere eder Akif’in de şikayet ettiği bir nükte ile başlar: “ Her evde kutsal kitaplar asılıydı Okuyan kimseyi görmedim Okusa da anlayanı göremedim” der. Kendisine yoldaş olanlara “Kıyamet Aşısı”nı zerkedecektir. “Diriliş Neslinin Amentüsü”nü kaleme alır, muradı “İslamın Dirilişi”: “İnsanlığın Dirilişi”dir. Asla pes etmez, “Varolma Savaşı” verir. Çağ ve İlham”ın gereği “Çıkış Yolu” gösterir, “Diriliş Muştusu” verir. “Meydan Ortaya Çıktığında”; “İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü”nü, Sütun Sütun” izah eder.  Zaman “Gündönümü”ne gelince “Ruhun Dirilişi” çevresinde “Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi”ni işaret eder ve “Zamana Adanmış Sözler”i tekrarlar. “Makamda” gökyüzü sofraları kurar “Samanyolunda Ziyafet”i unutmaz. “ Unutuş ve Hatırlayış” meddücezrinde “Şahdamar-Körfez Sesler Çıkarır”… Davetine kulak verenlere “Yapıtaşları ve Kaderimizin Çağrısı”nı anlatır, “Portreler” sunar, “Düşünceler ve Kurumlar” ile kafa yorar, “Tarihin Yolağzında”, “Ateş Dansı” sergiler, etrafındakileri şiirleri ile mest etse de “Alınyazısı Saati” geldiğinde “Sürgün Ülkesi”nden VUSLAT YURDUna yolculuğunu ikmal eder. Sevgili… En sevgili… Ey sevgili… Uzatma dünya sürgünümü benim!" niyazı kabul olmuştur. Ama daha yol bitmemiştir. “Dört kitap durdu ve dinledi “Şahit ol yâ Rab !“ sözünün sahibinin haber verdiği “Sur” üflendiğinde  DİRİLİŞ” neslinin mimarı inşallah bu ikrar ile haşrolacaktır. Rahmet ve minnetle…

Fikir kalemizin mühim ve kıymetli burçlarından birisi olan Muhammed Sezai Karakoç, 1933’de Ergani’de güllerin açtığı bir mevsimde başladığı ‘dünya sürgünü’nü 2021 yılının hazan mevsiminde ikmal ederek, o çok özlediği vuslat yolculuğunun menziline varmıştır. Çocukluğundan vefatına kadar, sessiz, mütevazı, çalışkan, cesur, cömert, münzevi ve dost canlısı bir insan olarak yaşadığı, yakınları tarafından ifade edilen çok yönlü şair, mütefekkir Sezai Karakoç’tan hepimizin hafızasında birkaç mısra veya bir deyiş veya deyim vardır. Sezai Karakoç, bizatihi üzerine inceleme yapıp kitap hacminde yayımladığı Mevlâna, Yunus Emre, Mehmed Akif gibi bütün halka, millete mal olmuş bir kıymetimizdir. Ne var ki yaşarken bu hakikati ifade eden küçük bir kesimin yanında, kahir ekseriyetin suskunluğu hayreti mucip bir tavırdır. Sezai Karakoç bu tavırları pek de kâle alarak yaşayan birisi olmamıştır. O’nun kendisine mahsus bir çizgisi vardır, o istikamette bıkmadan usanmadan yürümeyi şiar edinmiştir. ‘Biz mahcup ve onurlu çocuklarız. Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız’ diyen bir uzun maraton insanıdır. Kalabalıklar içinde yalnız, başı önüne eğik, boynu omuzlarının arasına gömülmüş, dalgın ve derin gözleri karşıdan bakıldığında görünmeyen ama daima bir hüznü, bir kederi, bir derdi taşıyor intibaını uyandıran, bu kısaya yakın orta boylu adamın usul ve kısa adımlarla yürüyüşü, beyninde yüklendiği fikrin ağırlığını kaldırmakta zorluk çekiyormuş izlenimini verir. Gündelik ilişkilerin sıradanlığı arasında, karşınızda duran bu adamın sıradan görünüşü kimse için, hiçbir özel anlam ifade etmez. Ne zaman ki O’nunla entelektüel bir zeminde karşılaşırsanız, o zaman bu, her yanıyla mütevazı görünüşlü adamın beyninden fikirler, imajlar, buluşlar, benzetmeler, görüşler, kuramlar fışkırdığını görürsünüz. O’nu çok yakından tanıyan bir dostunun tasviriyle Sezai Karakoç’un dış görüntüsü…

   O’nun iç örüntüsünü anlayabilmek için bir ömür yazdığı kitaplarını okumak ve mücadelesini incelemek gerekir. Belki bu da yetmez. Zira Sezai Karakoç, eserini defalarca aşan biridir. Eseri dehasının ürünü  olması gereken birikimin az bir kısmıdır: keyfiyet olarak değil kemiyet olarak…

   O, ‘Gün Doğmadan’ yola çıkan adamdır. Doğu’yu ve Batı’yı hatmetmiştir, hazmetmiştir. Kendi kısıtlı imkânlarıyla demir asa, demir çarık yol almağa devam etmiştir. İhtiyaçlı olduğu zamanlar bile devletin zirvesinden vaki davet ve mükafata dönüp bakmayan müstağni adamdır. O’nu biraz anlamak için üzerine kafa yorup kitaplaştırdığı Mevlâna, Yunus, Mehmed Akif ve çokça tesirinde kaldığı Fuzuli gibi eşsiz kıymetlerimizle ilgili yazdıklarına bakmak gerekir. Fikir ve his dünyamızın bu büyük insanlarıyla aynı damardan geldiği, aynı kaynaklardan beslendiği, duyuş ve deyiş akrabalığı olduğunu müşahede ederiz. İslam Ümmetinin herc ü merc devirlerinde ayakta kalmış, ümmete yol yordam göstermiş bugün dahi ümmet için yol gösterici bir kandil durumundaki müstesna şahsiyetlerin, çağımıza aktarıcısı olmuştur. O ezeli hikmeti bugüne taşıyan gerçek bir şairdir. Tıpkı Mevlâna, Yunus ve Akif’in şiirlerinde fert ve cemiyeti torlayıp toparlayan, yol gösteren ve kendisi de yolculuktan nasibdar bir seferidir. O’na göre Mevlâna’nın ‘Mesnevisi Kur’ân-ı Kerîm’in aşk kanıyla yazılmış bir tefsiridir’. Haçlı kırımı ve Moğol istilası karşısında yara alan Anadolu’nun, İslâm dünyasının ‘tabib-i manevi’sidir. Metafizik planın mimarıdır. Mevlâna, Hacı Bektaş ve Hacı Bayram-ı Veliler, Yunus Emreler ve Serhat Akıncıları… İşte yeni Anadolu’nun bu yüzyıllardaki önder kurucuları…  Yunus Emre’nin deyişleri bütünüyle İslam’ı telkin eden tesirli söyleyiş tarzıdır. Bu şiirler İslâmın duyuş, düşünce ve inanç âlemini, estetik ve güzellik imkanları içinde tasvir eder. ‘Adı güzel kendi güzel Muhammed’ salavatın Müslüman Türkün ruhuna nakşedilmesi, diline tercemesidir. Erimiş bir maden gibi İslâm ruhu, şiirlerinde biçim almıştır. Akif ise O’nun gözünde ‘Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmı’ diyen, milletin ruhuna kök salan mücadele adamıdır. Bütünüyle Akif’in davasına sahip çıkar ve seslenir: “ Boşuna yaşamadın, boşuna savaşmadın ve boşuna ölmedin”. Sonra Akif’in idealize ettiği Asım’ın yanına ‘Taha’yı katarak yoluna devam eder. Tek derdi “Her çağ başka bir ses Duyulan mızrabından Doğmamış ve Ölmeyen Gelmemiş ve Gitmeyen”dir. “Kudüs’ü Mekke’ye taşıyacak bir deve bulsam, Dicle’de suvarsam onu Fırat’ta yıkasam, Kızılırmak toprağından kına sürsem saçlarına , Sakarya’yı zincir gibi şakırdatsam, Bardak bardak sunsam Porsuk’u kevser gibi, Refref gibi uçuracak zemzem sunsam” diyerek en mücerretten en müşahhasa yol arar ömrü boyunca

   Sezai Karakoç, bir monografi olarak  şair Fuzuli hakkında müstakil bir kitap yazmasa da O’nun ‘Leyla ile Mecnun’ ve  ‘Hadîkatu’s-Sueda’sından  uyarlamaları, büyük şairden açıkça etkilendiğini gösterir. Fuzuli’nin “Mecnunun adı var asıl âşık u sadık menem” sözünde olduğu gibi Sezai bey de davasının mecnunu, çok sevip saydığı Necip Fazıl’ın “Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun” mısraında belirttiği şekilde, Allah yolunun yolcusudur. Monna Roza ile yola çıktığı sanılsa da “Yitik Cennet”inin peşindedir, “Hızırla Kırk Saat” muhavere eder Akif’in de şikayet ettiği bir nükte ile başlar: “ Her evde kutsal kitaplar asılıydı Okuyan kimseyi görmedim Okusa da anlayanı göremedim” der. Kendisine yoldaş olanlara “Kıyamet Aşısı”nı zerkedecektir. “Diriliş Neslinin Amentüsü”nü kaleme alır, muradı “İslamın Dirilişi”: “İnsanlığın Dirilişi”dir. Asla pes etmez, “Varolma Savaşı” verir. Çağ ve İlham”ın gereği “Çıkış Yolu” gösterir, “Diriliş Muştusu” verir. “Meydan Ortaya Çıktığında”; “İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü”nü, Sütun Sütun” izah eder.  Zaman “Gündönümü”ne gelince “Ruhun Dirilişi” çevresinde “Fizikötesi Açısından Ufuklar ve Daha Ötesi”ni işaret eder ve “Zamana Adanmış Sözler”i tekrarlar. “Makamda” gökyüzü sofraları kurar “Samanyolunda Ziyafet”i unutmaz. “ Unutuş ve Hatırlayış” meddücezrinde “Şahdamar-Körfez Sesler Çıkarır”… Davetine kulak verenlere “Yapıtaşları ve Kaderimizin Çağrısı”nı anlatır, “Portreler” sunar, “Düşünceler ve Kurumlar” ile kafa yorar, “Tarihin Yolağzında”, “Ateş Dansı” sergiler, etrafındakileri şiirleri ile mest etse de “Alınyazısı Saati” geldiğinde “Sürgün Ülkesi”nden VUSLAT YURDUna yolculuğunu ikmal eder. Sevgili… En sevgili… Ey sevgili… Uzatma dünya sürgünümü benim!" niyazı kabul olmuştur. Ama daha yol bitmemiştir. “Dört kitap durdu ve dinledi “Şahit ol yâ Rab !“ sözünün sahibinin haber verdiği “Sur” üflendiğinde  DİRİLİŞ” neslinin mimarı inşallah bu ikrar ile haşrolacaktır. Rahmet ve minnetle…

Makale Yorumları
Makaleye ait yorum henüz yok.
Makaleye Yorum Yazın
Yazarın Diğer Makaleleri