Cenâb-ı Allah, kainatı yaratırken hiçbir boşluğa yer bırakmadan bütün mükevvenâtı, mahlukâtı birbiriyle uyumlu, birbiriyle mütenasip yaratmıştır. En küçük hücreden en büyük gezegene varıncaya dek bu hakikat değişmez. Ölümle hayat da böyledir, birbirini tamamlar. İnsanın vücut azaları da bunun gibidir. Hepsi birisi, birisi hepsi için seferber olur. Bir yerimiz ağrısa, o ağrıyı, sancıyı vücudun bütün uzuvları çekiyormuş gibi ıstırap duyarız. Ferahlayıp rahata kavuştuğumuzda da vücutta bir bütünlük vardır. İştahla yediğimiz bir yemek, rahat bir uyku, bir dostla keyifli bir sohbet, cana safa gönle şifa olur.

   İnsanı yaratılışında da her bakımdan akıllara durgunluk verecek derecede dakik bir uyum ve tenasüp vardır. Yaratan Rabb’imizin İlâhi mührü her uzvumuzda kendini gösterir. Vücudumuz adeta maddi manevi bin bir entegre sistemin birbiriyle ahenkli bir şekilde çalışmasının gösteri meydanı gibidir. Beş duyu organımız, duyma, tatma, koku alma, görme ve hissetmek her biri harika işlevler ortaya koyar. Her birinin âfâkî ve enfüsî, maddî ve manevî fonksiyonlarını sayıp dökmek için ciltler dolusu kitaplar yazmak gerekir. Bugün psikoloji ve eğitim bilimleri insanların yaklaşık üçte birinin görsel ağırlıklı, üçte birinin işitsel ağırlıklı ve üçte birinin de dokunsal olduğundan hareketle, eğitim stratejileri üretmekte, insan psikolojisine ait izahlar getirmektedirler. Milletlerarası şirketler insanın bu yapısından hareketle, üretim ve reklam piyasalarını ellerinde tutmaktadırlar. İletişim ve film sektörü, insanın bu yönlerini deşifre ettikleri için, bugün sosyal medya diye isimlendirdiğimiz facebook, watsap, twetter, instegram vb. mecralar, insanın hayrına kullanacağı hususiyetlerini, üzerinde düşünülmüş ve işlenmiş, görüntü, ses ve yönlendirmelerle, kendi istedikleri istikamette kullanmakta ve dünyanın nabzını tutmaktadırlar. Bu mecraların hiç de masum olmadıklarını, İsrail’in, Amerika’nın ve dahi Avrupa’nın aleyhine paylaşımlarda, hemen alelacele devreye girerek, ilgili hesabı askıya alarak cezalandırmaları ile hep birlikte görüyoruz. Görmek bir eylemdir, şahitliği gerektirir. Her şahadetin bir mesuliyeti vardır.

    Görme eylemini geçekleştirdiğimiz gözümüz, kudret-i ilâhinin vücudumuzdaki yaratılış organizasyonu/taazzuvu içinde müstesna yeri olan bir uzvumuzdur. Biyolojik yapısı, görünüşü mükemmeldir. Kendi cazibesiyle ve etrafında onu tamamlayan göz kapağı, kirpikler ve kaşlar ile, dünya kurulalı beri aşıkların, sevgililerin ilham kaynağı olmuştur. Sevdiğinin gözü, kah ahu’ya, kah ceylana benzetilir. Bu dış dünyaya açılan penceremizle, bakar ve görürüz, dış dünyayı algılarız, fark ve idrâk ederiz. İdrâk ettiğimiz her bir husus, şuurumuzda iz yapar ve bir izlenime giden yolu açar. O sebeple gözümüz, dış dünyaya ait intibalarımızda ilk önce yardımımıza koşan uzvumuzdur. Şekil, şemail, renk, uyum, güzel, çirkin gibi hüküm vermelerimizde, gözümüzle gördüğümüz ve edindiğimiz intiba, birinci elden dayanağımızdır.

   Gözümüzle, bakmak ve görmek gibi çok bilinen iki fiili icra ederiz. Türkçemizde bakma eyleminin hafifsendiği, görme eyleminin önemsendiği birçok deyim ve ön kabul ile karşılaşmamız mümkündür. Sathî bakışla, sanki doğruymuş gibi bir yaklaşımımız olsa da bu doğru değildir. Çünkü bakma’yı ve görme’yi alelâde fiil olmaktan, etmek-eylemekten, amel boyutuna çıkaran niyettir. Niyet hâlis olduğunda sâlih amel, bozuk olduğunda fâsid veya bâtıl amel olma vaziyeti ile karşı karşıya geliriz. Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hakk, hem görme hem de bakma’yı ifade eden birçok âyet göndermiştir. Bu noktada bizim anladığımız bakmak/bakabilmek ve görmek/görebilmek Cenâb-ı Allah’ın bir lütfudur ve şükür gerektiren bir ni’mettir. Bu ni’met, şükrü eda edildiğinde Allah’ın rızasına götürecek bir mükafaat, kadri kıymeti bilinmediğinde de insanı ağır mes’ûliyet altına sokacak bir külfet ve imtihan vesilesidir. Rabbimizin “De ki: “Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz!”(Mülk 67/23)[1]. “Bilmediğin şeyin ardına düşme! Çünkü işitme duyusu, görme duyusu ve gönül, bunların hepsi bundan sorguya çekilecektir”(İsrâ 17/36), âyetleri bize bu şükür ve mes’ûliyet ilişkisini ortaya koymaktadır. “Allah gözlerin hâince bakışlarını da, göğüslerin gizlediklerini de bilir”(Mü’min 85/19), âyeti ile de ilâhi gözetim altında olduğumuz, başıboş olmadığımız bize hatırlatılmaktadır. Bu münasebetle boş bakış veya boş görü diye bir mefhumun Müslümanın zihin dünyasında yeri yoktur.

   Cenâb-ı Allah, Kur’ân-ı Mecîd’inde hâsseten bakmamızı ve görmemizi istediği hususlar, aynı zamanda bakmamamızı, görmememizi istediği hususlar vardır. Bu hususlarda en mücerret/soyut olanla en müşahhas/somut olan, harmanlanmıştır. Çünkü Kur’ân’da tavsiye edilen, hedeflenen ve insanı mutlu kılacak nizam, mücerretle müşahhasın, dünyayla ahiretin, maddeyle mananın birbiri ile uyumlu bir şekilde tasarlanıp, öylece işleyişin ve icraatın ortaya konulmasıdır.  

   Bugün insanımızın çözümlenmesi gereken en âcil mes’elelerinden birisi olan mahremiyetle ilgili olarak; Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.  Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Zinetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri zinetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz! (Nûr 24/30-31), âyetleri bizim için yol göstecidir.

   Öncelikli olarak neye bakmamız icap ettiğini Kur’ân-ı Azîmüşşân’dan öğrenelim ; “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır” (Haşr 59/18).

   Cenâb-ı Allah insana evveliyatını hatırlatmak için; “(Öyleyse) insan neden yaratıldığına bir baksın! (Târık 86/ 5) diyerek yaratılışın ihtişam ve azametine bakıp düşünmemizi ve bu dünyanın geçici heveslerine kendimizi kaptırmamamıza dikkat çekmektedir. Zira “(Ey Resul!) Kendi arzu ve özlemlerini ilah edinen, bilgisi olduğu halde (yaptıkları yüzünden) Allah'ın şaşırttığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünü perdelediği kimseyi gördün mü? Allah (ın onu terk etmesin) den sonra kim ona doğru yolu gösterebilir? O halde, hiç düşünüp ders almaz mısınız (Câsiye 45/23), âyeti de neyi görmemiz gerektiğini birbiriyle bağlantılı olarak, önümüze koymaktadır.

    Rabbimiz bakmak isteyen için Bu insanlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” (Ğâşiye 88/17-20) diye çevremizde olup bitenlere bakmamız için yönlendirme yaparken, görmek isteyen için de “Dini yalanlayanı gördün mü? Öksüzü kakıştıran/itip kakan, yoksulu doyurmaya yanaşmayan kimse işte odur”,(Mâûn 107/1-3) diyerek, Kur’ân âyetleri ile imandan sosyal adalete uzanan bir yelpazede mümin ve müslümanın zihin dünyasını, gönül âlemini nakış nakış işleyip durmakta ve yaşadığı cemiyet hayatını tanzim ederken ezilmiş kesimleri kucaklamamızı tavsiye etmektedir.

    Kur’ân-ı Kerîm âyetlerini ilk elden tebliğ edip yaşayan, Peygamber Efendimiz (sav)’in yaptığı ilk işlerden birisi mazlumların tarafına bakmak ve onların ıstıraplarını görmek olmuştur. Yetimi itip kakanı, yoksulu mahrum edeni, köleyi insan yerine koymayanı, ağızsız dilsiz sabiyi, kız çocuğunu diri diri toprağa gömeni, hanımına hayvanca muamele edeni, hatta hayvanına insafsız davrananı gördüğünde ikaz etmiştir, ezilen kesimlerin müdafii olmuş, avukatlığını yapmıştır. Toplumda cereyan eden haksızlıkları kanıksamış, sanki hayatın normali buymuş gibi davranan hemşehrilerini uyarmıştır. Hakk nâmına haksızlığa karşı çıkmıştır. Bilindiği üzere zorlu mücadeleler sonunda cahiliye toplumundan, asr-ı saâdete uzanan bir örnek cemiyeti kurmuştur.

   Bizim de yapmamız gereken Kur’ân çizgisinde, Hz. Peygamber’in önderliğinde Allah’ın bize lütfettiği bakma ve görme kabiliyetlerimizi kullanmak ve bu nimetlerin hakkını vermektir. Vazifemiz neyse onu müdrik olarak, fark etmemiz gereken husus neyse onu görecek ve icabına bakacak bir şuuru ve iradeyi sergilememiz lazım. Kör dünyanın göz bebeğine ‘Hakk yol İslam yazacağız’  sözü eyleme geçmelidir. Önümüze, ardımıza, etrafımıza bakmamız, bakınmamız ve olanı biteni görmemiz lazım. Unutmayalım ki; görmek şahitliktir ve her şahadetin bir mes’ûliyeti vardır. Yoksa bugün vahşi Batı dediğimiz sömürgen ve semirgenlerin yaptığı gibi işlerine gelmeyince üç maymunu oynayıp “I didn't see, I didn't hear, I don't know/görmedim, duymadım, bilmiyorum” tavrının, sahici Müslümanlara yakışmayacağını söylemeye gerek yoktur.

    Dileğimiz, duâmız, da’vâmız  ve iddiamız Cenâb-ı Allah’ın; “Toptan alım-satımların, ithalat ve ihracatın ve çarşılarda, pazarlardaki alışverişlerin, ticarî muamelelerin, kendilerini Allah'ı zikirden, Allah'ın övünç kaynağı kelâmını okumaktan, namazı erkanına, şartlarına, vaktine riayet ederek âşikâre kılmaktan, vicdanlarını, servetlerini, sosyal bünyelerini arındıran, berekete vesile olan zekâtı vermekten alıkoyamayacağı yiğit, samimi dindar insanlar, Allah'ı tesbih ederler. Onlar akılların, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden endişe ederler,”(Nûr 24/37)[2] dediği er oğlu er kullarından olmaktır. Yoksa Allah korusun haşir ve hesap için “Gözlerini korku bürümüş halde kabirlerinden çıkıp etrafa yayılmış çekirgeler gibi o davetçiye doğru koşarlar.  O esnada inkârcılar, “Bu, gerçekten zor bir gün!” derler” (Kamer 54/7, 8), demek de var işin içinde. Allah için ibretle nazar eden, gördüğünden ders çıkaran ve icabına bakan, mes’ûliyet sahibi, güzel kullardan olmak dileğiyle… Selam ve duâ ile…

 

 

[1] Aynı anlamda bakınız: Secde 32/9.   

[2] İlgili âyetler için bakınız: Kur’ân-ı Kerim, 7/18; 18/14, 42; 39/47; 62/9; 63/9; 73/40; 76/10.

 

Makale Yorumları
yorum
Metin Alnıak
30.08.2023 12:17:09

Okumak için iki göz gerekmektedir.O gözlerin biri arızalı ise diğerini de rahatsız eder onun için bakmak ve görmek tepe gözlerimizin bakması değil,kalp gözü ile de görmekle birlikte bir anlam kazanır. Kalp gözü mühürlendiğinde,dünya gözü devreye girer ve sadece dünyayı görür ahiretini berbat eder. Onun için bu manevi makale göz önünde bulunmalı, güzel bakmalı, güzel görmeli, güzel okumalıyız.Netice itibariyle Bize okumamız, anlamamız,doğru yaşamamız için gönderilen Kur'a nı iyi anlamalıyız. Yazarımız bu konuları gayet güzel bir şekil de aktarmış. Allah razı olsun. Teşekkürler!..

Makaleye Yorum Yazın
Yazarın Diğer Makaleleri