İnfak Psikolojisi
Adil ŞEN
Cenâb-ı Allah, insanı toplum içinde, toplumla birlikte yaşamak üzere yaratmıştır. Toplum, cemiyet ve cemaat içinde yaşayan insana da, içinde yaşadığı topluma karşı ifa etmek üzere çeşitli vazifeler teklif etmiştir. Yani her insanı içinde yaşadığı topluluk birimi ne olursa olsun, o topluma karşı bir takım hak ve vecibeler ile yükümlü kılmıştır. Bunlardan bir tanesi de İnfâk tabiri ile özetleyebileceğimiz, iktisadi yükümlülüktür. İslâm dinindeki bu uygulama hiçbir beşerî sistemde mevcut değildir. İnfâk, Müslüman olan şahsın elindeki mâl, mülk, para, yetki, hayat, toplum, dünya ve ahiret anlayışına yön veren, mühim mükellefiyetlerden birisidir. Bilinmesi gereken en önemli husus; Müslümanın mal ile münasebetinin mâliklik değil, sahiplik yani bir süreliğine arkadaşlık, birliktelik, mal kime verilmişse o şahsa tasarruf yetkisi ve dolayısıyla bir imtihan vesilesi olduğu gerçeği, birinci şart olarak başta gelmektedir.
İnfak ibadetinin, yaşadığımız Dünya’da hakim olan kapitalist sistemin ortaya çıkardığı iktisadî, siyasî, sosyal ve fikrî krizlerin/buhranların ortaya çıkardığı sonuç olarak çarpık bölüşüm, yoksulluk ve sosyal dengesizliklerin iyileştirilmesinde elbette olumlu etkisi bulunmaktadır. Bunların her biri ayrı başlıklar altında ele alınıp işlenebilir. Yine İnfak ibadeti, kendi içinde hüküm itibariyle farz, sünnet, müstehap; mecburi, ihtiyari vs. tasnifleri olsa da; neticede helal olarak kazanılmış mal ve paradan fakir, muhtaç ve toplumda gözetilmesi gereken zümrelere yapılan aynî ve nakdî yardımdan ibarettir. Hükmü ne olursa olsun, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak üzere yapılan bir ibadettir. Her ibadet gibi samimiyet, ihlas ve kemâl-i edeble yapılmalıdır. İslâm medeniyet tarihi incelendiğinde infak mevzuunda yazılmış geniş bir müellefât, infakla doğrudan alakalı inşa edilmiş müesseseler, infak hukuku, infak ahlakı ve hepsinden mühimi herkesi kuşatan bir infak iklimi oluşmuştur.
İnfak ibadetinin topluma etkileri olarak, sosyal adaletin tesisi, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, sosyal hizmetlerin sivil irade ile yapılması vs. birçok sosyal kazanımları, yine ayrı ayrı başlıklar altında ele alıp işleyebiliriz. Bunların her birinin yeniden ele alınıp değerlendirilmesi, dolayısıyla infak mefhumunu gündemimizde her dem taze tutmamız, Müslümanlar olarak çağa ve çağın getirdiği zihin bulanıklıklarına çare sunmamız, her cihetçe mühimdir.
İnfak ibadetinin sosyal bünyeyi inşâ ve ihya etmede vaz geçilmez, iyileştirici rolü olduğu gibi, toplumu oluşturan fertlerin kimlik, kişilik oluşumunda da olumlu yönde katkıları bulunmaktadır. İnfak ibadetini yerine getiren kişi açısından bakıldığında bu fertlerin cimrilik, katı kalplilik, kendini başkalarından üstün görme, servet düşkünlüğü ve mal tutsaklığı gibi manevi hastalıklara karşı daha korunaklı ve dirençli oldukları müşahede edilir. Yine infakın, fertleri başkalarının mal ve mülküne karşı helali haramı gözeten, başkalarının elindekine karşı hürmetkâr ve hazımkâr bir tutuma sevkettiği görülür. İnfak sahibinin mal kazanma ve biriktirme yol ve tavrında da helal ve meşru olandan sapmama, aşırı hırs ve tamahtan uzak durma gibi ölçüyü muhafaza ettiği her halinden belli olur.
İnfak ibadetinin, kişiyi başkalarının acı ve ızdıraplarına karşı duyarlı bir hâlet-i ruhiye istikametinde terbiye ettiği aşikardır. Böylece vermenin güzelliğini tadan ferdin çevresine karşı mesuliyet şuuru /sorumluluk bilincinin geliştiği, çevresinde olup biten olaylara karşı bigane olmaktan uzak duracağı, olayların ve toplum gidişâtına müdahil bir kişilik geliştireceği muhakkaktır. Bu psikolojinin deyimiyle edilgen, atıl/pasif kişilikten kurtulup, faal, cevval/ aktif kişiliği benimsemek demektir. Kişinin çevresinde olup biten olaylara müdahil olması, mesuliyet şuuruyla hareket etmesi, ‘neme lazımcılık’ veya ‘adam sendecilik’ denilen bencil tutumdan uzak, sosyal bir kişilik geliştirmesi demektir. Sosyal kişilik toplumun dertlerini iyileştirme yolunda rol üstlenen sağlıklı kişilik, lider, öncü şahsiyete sahip olmak demektir. Öteden beri toplumlara önderlik eden peygamberler, toplumun kaderini değiştiren öncü şahsiyetlerin bariz hususiyeti sosyal bir kişiliğe sahip olmalarıdır. Bugün çağımızın insanında en önde gelen eksikliklerden birisi, başkasının acısına duyarsız olma, kendi keyfi yerindeyse kılını kıpırdatmama hastalığıdır. Buna psikolojinin tabiriyle empati eksikliği diyoruz. Halbuki devletler, toplumlar ne kadar müreffeh olurlarsa olsunlar, yoksul, yetim, aciz ve güçsüz kesimler hep olmuşlardır ve olacaklardır. İşte bu kendi ihtiyacına yetemeyen kesimlerin hizmetine koşan insanlar, hep mesuliyet şuuru yerinde, ‘komşusu açken; kendisi tok yatamayan’ diğerkâm, sosyal kişilik sahibi insanlardır.
İnfak anlayışının özünde fedakârlık vardır. Kişinin malından sevgiye varıncaya kadar her şeyini bir başkasına seve seve vermesi, paylaşıp, bölüşmesi söz konusudur. Bu da kişinin kendi dışındaki insanlara karşı ruhundaki merhamet ve şefkat duygularını geliştirmesi demektir. Şefkat ve merhamet sadece acımak demek değildir. Kişinin sahip olduğu gücü, imkanı, bir başka deyişle Allah’ın kendisini nasiplendirdiği rahmete, ihtiyaçlı kesim ve kişileri de ortak etmesidir. Kendisini büyük, muhtacı hor görmemesidir. Gücün, paranın verdiği imkânla, tahakküme sapmamasıdır. Zenginle fakirin hemhal olması, hemdert olmasıdır. Hal böyle olunca, kozmik rahmetin, ilahi merhametin müşterek olarak ruhlarda tecelli etmesiyle, sosyal planda da rahatlık ve huzurlu bir hayatın güzelliklerinin idrak edilmiş olmasıdır. Mesela fedakârlığın, şefkat ve merhametin canlı olarak yaşatıldığı toplumlarda, zenginin malına hasedin/kıskançlığın olmaması tabii bir neticedir. Bu da hâline razı fertleri, dolayısıyla zengin-fakir müşterek olarak durumundan hoşnut insanların çokluğu demektir. Bugün zenginimizin ruhunun derinliklerinden gelen iç huzurunu tatmamışlığı, fakirimizin gözünün doymamışlığı, ferdî veya kollektif sekînet eksikliğinin temelinde paylaşım/infak iklimini tam anlamıyla oluşturamamanın eksikliği yatmaktadır.
İnfak ibadetinin insan ruhuna kazandırdığı bir başka güzel haslet de karşılıklı ülfet ve ünsiyet duygularının yeşermesidir. Bugün artık nerdeyse unutulmaya yüz tutmuş bu kavramlarımız, aslında insan ruhunda çok mühim yeri olan duygulardır. Ülfet ve ünsiyet sıradan bir sevgi değildir. Ülfet ve ünsiyet, Yaratandan ötürü, yaratılmışlara yöneltilmiş candan sevgidir. Canın cana dokunmasıdır. Sevginin sıcaklığının, samimiyetinin karşılıklı ruhlarda hissedilmesidir. Veren el ile, alan elin birbirini yadırgamadan buluşmasıdır. Veren elin incitmeden, alan elin de haya perdesini eskitmeden Allah’ın rızasına ulaşmanın sıcaklığı ve müşterek kulluğun yaşanmasındaki aşinalığın tabiiliğiyle ruhların birbirine perçinlenmesidir. Veren elin, kibir ve gurura kapılmadan Allah’a şükran-ı nimet hisleriyle, malını helal edebilmenin gayretiyle, fukaranın kursağına bir helal lokma, yüzüne sıcak bir tebessüm katabilmenin sevinciyle; alan elin de zillete düşmeden minnettarlık hisleriyle bir noktada buluşmasıdır.
Özetle ifade olursak; infak ibadet ve anlayışının Müslüman toplumlarda, fertlerin kimlik, kişilik ve şahsiyetinin oluşması ve biçimlenmesinde doğrudan olumlu etkileri vardır. Sosyal, cana yakın, yapıcı, elini taşın altına koyan, ‘kim var ‘ demeye lüzum görmeden yaşadığı çevreye katkıda bulunan girişimci ruhların terbiyesinde, helalinden kazanıp, helalinden vermenin payı inkar edilemez. Dolayısıyla insanımızın inanç kodlarında mevcut olan ‘İnfak Zihniyeti’nin yeniden canlandırılması, sağlıklı ruh haline sahip nesilleri yetiştireceği gibi, sağlıklı ve düzgün bir toplumu da netice verecektir. Selam ve duâ ile…