İnsan, yaratılış/hılkat aleminin en müstesna hususiyetleri ile mücehhez/donanmış bir varlığı. Dünya’ya ayak bastığı günden bu tarafa kendini bu kadar inceleyen ve irdeleyen başka bir varlık yoktur, desek, yanlış kelam etmiş olmayız. İnsan, bütün zaman dilimlerinde ve bütün mekanlarda, kendini anlamaya çalışmış ve kendine bir anlam vermek için uğraşıp durmuştur. Bir bakıma insanın macerası, insanı keşfetme yolculuğudur.

    Bütün dinlerin, bütün felsefi cereyanların, bütün coğrafyaların insana yüklediği anlam ve buna bağlı olarak verdiği değer farklı olmuştur. Sözgelimi “insan düşünen hayvandır”dan başlayıp, şimdiki kapitalist zihniyete göre de “homo ekonomikus” durağına çakılmış bir kervan var. Yani insan, işi gücü para kaygısıyla hareket eden canlıdır. Fazla da bir anlamı yoktur. Tabi böyle düşündüğünüz zaman, bütün dünyayı bir pazar, insanları potansiyel müşteri görürsünüz. Dolayısıyla kâr amacıyla insanları sömürmek, savaş çıkarmak, bütün dünyayı kana bulamak da amaca giden yol olmuş oluyor.

    Hristiyanlık, insanı doğuştan günahkar kabul edip, arınması için bir ömür papazların kapısında günah çıkarmağa mahkum etmiştir. Azıcık düşünen insanlar da bunu reddedip önce protestanizm, sonra da ya deizmin, ya da ateizmin yolunu tutmuşlardır.

    Yahudiliğin sicili daha parlak değildir. Sadece kendinden olanı hürmete layık görüp, kendi dışındaki insanları öldürdüğünde sevaba gireceğine inanacak kadar, insana ve insanlığa yabancılaşmışlardır. Bugün zerre kadar insaf ve merhameti olan hangi insan, Yahudilerin Filistin’de yürüttükleri sistematik katliamı kabul edebilir ki… Ama fanatik Yahudi’ye sorsanız kendisinin ibadet ettiğini söyleyecektir.

   Batı’da bu isabetsiz ve insanı tam tarif etmeyen parçacı görüşlerle tatmin olamayan bazı insaflı insanlar çıkmış, arayış içinde “insanın anlam arayışı”na bir cevap bulmak istemişler ve sonunda Alexi Carrel gibi “İnsan Bu Meçhul”de karar kılmışlardır. Bu kitap bizim dilimize de çevrilmiş, Cumhuriyet dönemi bir deli gömleği gibi üzerimize giydirilmeğe çalışılan ideolojik kalıplarla tatmin olmayan nesiller tarafından çokça okunmuştur. Ama neticede bir meçhulü adres veren reçetenin sonu nihilizm yani hiçbir ölçüsü, hiçbir inancı, hiçbir kutsalı, hiçbir değeri olmayan serseri mayın tipi insanlar ortaya çıkmıştır. Osman Yüksel Serdengeçti merhumun, “Bir Nesli Nasıl Mahvettiler” kitabını bir de bu bakış açısıyla yeniden okumak gerekir, diye düşünüyorum,

   Kendi ilim, irfan dünyamız ve medeniyet iklimimizde insan, insanî değerler, insaniyet vb. tabirleri ele alacak olursak; insan kelimesi ile “üns – ünsiyet” kelimeleri ilk önce hatırımıza geliyor. Yani insan, önce ünsiyet eden bir varlıktır. Ne demek ünsiyet ? Ünsiyet kelimesi, birisiyle veya bir şeyle huzur bulmak, onunla kalbi yatışmak, sükunet bulmak, yalnızlıktan kurtulmak, uygun bir arkadaşlık kurmak gibi manalara gelir. İnsan, tabii ki ilk evvela kendi yaratıcısı ile, Hâlık-yaratıcı olan Rabbi ile, Allah ile ünsiyet kurar. Allah’a dayanmanın, O’na inanmanın verdiği huzur ile sükunet bulur. Kalbi Allah sevgisiyle dolu insan, Hâlık’ın yarattığı bütün mahlûkata da dost olur. Allah’a ünsiyet peyda etmiş insan, Allah’a ve emirlerine teslim olmuş, O’nunla barışmıştır. Allah’la barışık, O’na teslim olan insan kendisiyle, âlem ve kâinat ile de barışık olur. Buradan kademe kademe  ailesi ile, arkadaş çevresi ile, dünya ve ahiret ile de barışık ve ünsiyetli olur. Hepsinden daha mühimi, Allah’ın gönderdiği vahiy ile  ünsiyet kuran, vahyin emzirdiği insan, güzelliklerin ikamesi, çirkinliklerin ortadan kaldırılması için mücadele ve mücahede ile de ülfet ve ünsiyetli olur. Ashâb-ı Kirâm’ı bir de bu nokta-ı nazardan okursak, insanlığın ve İslamlığın anlamını daha bir derinlikli ama sühuletle kavrarız, diye düşünüyorum.

   Medeniyet iklimimizde insanın anlam arayışında anahtar kavramlarından birisi de, marifettir. Yani tanımak ve tanışmak. Her tanıma ve tanışık olma eyleminde bir de zımni olarak kabul etmek vardır. Müslim olan, yani Allah’a teslim olan bir ferdin yaptığı ilk iş, marifetullah’tır. Yani Allah’ı tanımak, bilmek, kabul etmek… Gerisi çorap söküğü gibi gelir; Nefsinizi-kendinizi tanırsınız, dışınızdaki bütün mevcudatı tanırsınız. Dünya’yı Ahireti tanırsınız ve geçici olana, gönül bağlamazsınız. Ebediyet kervanının bir fani yolcusu olarak bu Dünya’nın bir marifet bağı olduğunu bilir, gül yetiştiren adam olarak, irfan çiçeklerinin açması için bahçıvan olursunuz. Kötülük dikenlerini budamak işiniz, çirkinlik ayrık otlarını ayıklamak ömrünüzün sermayesi olur.

    Bizim dünyamızda insan, mükerrem bir varlıktır. Mükerremdir, yani kerem sahibi, yüce gönüllü varlıktır. Gönlünde bin bir güzelliğin hayat bulduğu deryâdil varlık, insandır. İlahi ikrama en fazla mazhar olan varlıktır. Nitekim insan, kendisine yaratılışta ikram edilen akıl, irade, zekâ, tefekkür, muhakeme, muhasebe, temyiz, anlama ve anlatma gibi kabiliyetleriyle eşya üzerinde tasarrufta bulunur. Böylece diğer varlıklara hâkimiyet kurar. Yine bu kabiliyetleri sayesinde mal mülk edinir. Dünya’yı imar ve ıslah eder… Umran ve medeniyetler kurar. Boş ve ekinsiz bir araziden, Mekke-i Mükerreme  çıkarır. Mekke-i Mükerreme’den bir Rasûl-i Ekrem çıkar, O da sarp Yesrib’te bir Medîne-i Münevvere kurar.  …ve oradan bir ses yükselir; “Allah katında sizin en kerîm-değerli olanınız, en muttaki olanınızdır”.

   Muttaki yani takva sahibi insan, mükellef insandır. Yükümlülükleri vardır, başıboş bırakılmamıştır. Nihilist değildir, serseri mayın hiç olamaz. Allah’ın kendisine verdiği ilahi nimetlerin bir de külfet yanının, yani mesuliyetinin olduğunu bilir ve icabını yapar. Yaratan Rabbimize karşı, kendine ve çevresine karşı, bütün insaniyete ve mahlûkata karşı mesuliyetlerini ifa ve eda eder. Akıl, irade, zeka, sağlık, afiyet, servet, aile, saadet hepsi bir ilahi nimettir. Nimeti bahşedene karşı şükraniyet içinde olur. Tefahur,  tekasür ve tekasülden, küfraniyetten uzak durur. Nimet külfet dengesini kurar, külfeti ülfete çevirir, nimeti nikmete/cezaya çevirmez.

    Bizim medeniyet havzamızda insan, eşref-i mahlûkattır. Yani, yaratılmışların en şereflisidir. Şan ve şeref ise İslam’dadır. İslâmi ve insani hasletlerdedir. Bizim insanımız, şeref ve haysiyetini artıracak hayır ve hasenatla meşgul ol/ur/muştur. Şirk, küfür, kibir vb kendisini sefil ve sefih edecek seyyiattan uzak dur/ur/muştur. Bugün bir İslam medeniyeti ve çağlara meydan okuyan müesseselerimiz varsa, bu şan ve şeref sahibi müslümanların yorulmak bilmez mücadele ve mücahedeleri sayesinde vücut bulmuştur. Müslümanlar söz geçirdikleri coğrafyalarda insaniyetin teminatı olmuşlardır. Zulüm, katliâm, tefrika, hukuksuzluk yerine adalet, insana riayet, vahdet, sulh, sükunet ve verimlilik yükselen değerler olmuştur. Bizim medeniyetimiz, insanın canı, malı, ailesi, aklı, fikir ve inancını aziz bilmiş ve dokunulmaz kılmıştır. Sonuç olarak, hakikaten Allah’ın yeryüzündeki halifesi üsve-i hasene/model insanı yetiştirmeği başarmıştır.

    Bugün bir insaniyet davamız varsa, yolumuzun İslamiyet’ten geçtiği şuuruyla hareket etmemizi hatırımızdan çıkarmamamız lazım. Bugün insanlığın mustarip olduğu en büyük kriz, insaniyetsizlik; bir anlamda İslamiyetsizliktir. Ecdadımız nasıl üzerine düşen vazifeyi ifa ettiyse bugün bizim de bu anlamda mükellefiyetlerimiz vardır. Mazi ve tarihimiz bir aynadır. Gün, bu aynaya bakıp kendimize çekidüzen verme vaktidir. İstikbal, İslam’dadır. Selam ve duâ ile…

Makale Yorumları
yorum
Mustafa kiscu
03.10.2022 08:22:33

Mükemmel bir makale olmuş elinize yüreğinize sağlık hocam seviliyorsunuz

Makaleye Yorum Yazın
Yazarın Diğer Makaleleri