Adil ŞEN

     Kıymetli okurlarım, başlarken bir önemli hususu vurgulamak istiyorum. Bu husus aynı zamanda bu yazının da gerekçesi olarak kaleme alınmıştır. Üzerinde hayat sürdüğümüz bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin bildiği ve yakinen yaşadığı  gerçeklerden birisi şudur: O da bir dilim ekmeğin varsa en yakınındaki ile paylaşmak. Çünkü biz biri yerken bir başkası bakarsa, kıyamet kopacağına gönül vermiş bir medeniyetin çocuklarıyız. Bundan dolayıdır ki, evimizde kaynayan aştan komşuya da bir tabak tattırmadan, ocağımızda pişen yemeğin lokması boğazımızdan geçmez.

     Şimdi, o dediğin eskidendi, gibi kafamızdan düşünceler geçebilir ama Anadolu insanı hâlâ her şeye rağmen paylaşım ahlakına sahiptir. Sosyal medyanın, televizyon dizilerinin gösteriş, kibir ve bencillik pompalayan programlarına rağmen insanımız, tek kişilik mutluluğu ayıp sayar. Zaten işin sıkıntılı tarafı da buradadır. Kendini elit sayan, medya başlarını tutmuş bir avuç zümre, bilerek veya bilmeyerek, halktan kopuk yaşadığı içindir ki, kahir ekseriyetle bu mutlu azınlık bir türlü buluşamaz. Bu kopuk dünyaların adamı olmuş, sözde elitlerimizin elinden çıkan senaryolar ise, halka yabancı ve bir o kadar zararlı ürünler ki; örnekleri ile televizyon ve kitle iletişim araçlarında bolca karşılaşmak mümkün…   Neyse ki konumuz,  bu bereketli Anadolu mayasının anlamını bir türlü çözememiş kesim ile uğraşmak değildir. Yakın zamanda on bir vilayetimizi etkileyen deprem hadisesinde, Anadolu insanının kaynaşması, elindekini paylaşması dünyaya destan yazmıştır. Asıl maya budur…

     Asıl üzerinde duracağımız husus da, özümüze uygun olarak sahip olduklarımızı paylaşmanın güzelliğini yaşamaktır. Sahip olduklarımız nelerdir, şeklinde bir soru geliştirdiğimiz zaman: Bu bilgi olabilir, emek olabilir, maddi veya manevi bir kıymet olabilir.

     Değil mi ki; bugün internet veri tabanında istemediğin kadar ham veri var. Kimin ne ihtiyacı varsa bir tuş kadar yakın demeyelim. Bilgi o ham veriyi ehil ellerle, işleyerek insanımıza yarayışlı kıvama getirebilmektir. Karşılıklı paylaşabilmektir. Gündelik veya geleceğe yönelik olarak hayatımızı kolaylaştırmaktır. Bunu da adı üstünde ilim adamlarımız yapmalıdır. Bu fukara milletin parasıyla okumuş, belli bir noktaya gelmiş ilim adamlarımızın, branşı çerçevesinde millete ödenecek borcu vardır. Bu borç, laboratuvarda deney yapmak, talebe yetiştirmek, halkı aydınlatmak, bizatihi örnek olmak gibi çok çeşitli yollarla ödenebilir…

     Paylaşıldığında yeniden bir değer kazanan husus da;  emektir. İster san’at, isterse zanaat veya belli bir konuda ihtisas, maharet kazanmış ve mesafe kat etmiş büyüklerimize hürmet etmek, kültür ve terbiyemizin gereğidir. Bu sıradan kuru bir saygıdan ibaret değildir. O mahareti sabırla öğrenip daha ileriye taşıyabilmektir. Mesela Gazi Yaşargil’in beyin cerrahisinde geliştirdiği usülü, önce öğrenmek sonra da geliştirmek gibi… Bu meyanda yetişmiş usta zevatın, geride çırak bırakmaması ne kadar ziyansa, bu zevattan o hasılayı almamak, öğrenmemek te o kadar günahtır…  Mesela yetişmiş ilim adamlarına asistanlık yapmak veya emektar devlet adamlarının, yaşlarının ilerleyen dönemlerinde hatırat yazmaları bu kabildendir. Yoksa herhangi bir hususta insanımızın her seferinde sıfırdan başlayarak bir noktaya gelmek istemesi, tam da emek israfıdır. Bu israfa tahammülümüz yoktur.

      Paylaşıldığında yeniden katma değer kazanılan diğer bir husus da; para yani maddî zenginliktir. Evet doğrudur, mal canın yongasıdır ama bizim inanç ve kültürümüz, aç gözlülük, tamahkârlık, serveti stoklama ve maddeye perestiş etmeyi asla kabul etmez. Aksine şahsî yaşantısında kanaatkârlık, yoksullarla paylaşım ve mülkün sahibinin Allah olduğu şuuruyla, insanlığın hizmetine sunmayı öğütler. Mesela eski sanayicilerimizden merhum İzzet Baysal’ın şahsî yaşantısında oldukça mütevazı, ama mal varlığının önemli bir kısmını memleketi Bolu’da iş, eğitim, kültür yuvaları, müesseseleri açarak paylaşımında gösterdiği örneklik, çok dikkat çekicidir. Yaşadığımız Eskişehir’de de Hacı Süleyman Çakır, Dr. Maide Bolel ve Abdurrahman Sarar, yaşadığı şehre eser bırakan hayır sahibi zenginlerimizden birkaçıdır… Yoksa zenginlerimizin kendi üretmediğimiz lüks arabalar ile caka satmaları, hiç adını duymadığımız mekânlardan tatil manzaraları paylaşmaları, en azından görgüsüzlüktür. Bu tür sonradan görmelere değer vermek te ayrı bir yozlaşmadır. Maharet, resim paylaşmak değil, elini taşın altına koymaktır… 

     Özetle ifade edecek olursak; bilgi, emek ve para paylaşıldığında bir değer ifade eder. Bir kıymet olur. Çünkü bir başkasına zihin açıklığı, elini genişletme ve rahat nefes aldırma olayı canlı olarak yaşanır ve yaşatılır. Bu anlamda paylaşmak aktif/faal, müessir/etkin bir amel/eylemdir. Vereni kibir, gösteriş ve gurura sevk etmediği gibi alanı da alçaltmaz. Veren bilir ki nimetin asıl sahibi Allah’tır, kendisi bu işte bir vasıtadır. Alan bilir ki gönderen, kısmeti yazan Cenâb-ı Hakk’tır. Alan da veren de paylaşmanın güzelliğini, zevkıni beraber tadarlar. Kanaatim odur ki; bize empoze edilen global israf ve açgözlülüğün, bencilliğin, kafa, gönül ve yaşantı yoksulluğunun üstesinden gelebilmenin en mühim yollarından birisi, elimizde avucumuzda olanı paylaşmaktan ve yeniden üretmekten, yani değere dönüştürmekten geçiyor… Sevgi, mutluluk, yetkinlik ve refah için paylaşmaya var mıyız?

Makale Yorumları
yorum
Ahmet Turak
27.08.2024 16:45:44

Maşaellah Barekallah. Çok güzel bir yazı kaleme almışsın Kıymetli Hocam.

Makaleye Yorum Yazın
Yazarın Diğer Makaleleri