Pandemi zamanlarında yaşıyoruz. İki yıldır eskiye göre sınırlı bir hayatımız var. Pandemi sonrası sürece dair görüşler, “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” yönünde ağırlık kazanıyor. Üretim ve tüketim biçimlerinden, eğitim ve öğretime kadar hayatın birçok alanında yeni tarzlar, yeni davranış biçimleri oluşacak. Küresel çapta yaşanan bu değişim ve dönüşümün birey ve toplum sorumlulukları bağlamında bir “değer” dönüşümüne de yol açar mı? Devlet, millet ve fert olmanın değişmez yasaları da değişecek mi? İnsan, kadim anlamıyla insan kaldığı sürece değişmeyecek elbette. “Durumdan vazife çıkaran” dünyanın görünür görünmez etkin güçleri hem insanın anlamını, hem de insanın kendisini bulduğu ve bildiği millet ve devlet kavram ve değerlerini yok etmek istiyor. Öyle ki, dünyada istedikleri gibi at koştursunlar, güç ve etkinlikleri ile yeryüzünü mülkleri, insanlığı köleleri haline getirsinler. Pandemi zamanlarında “Küresel Kötü”ler durumdan vazife çıkarır, hayaller ve hedefler oluştururken biz ne yapacağız? Elbette işimize bakacağız ancak bu defa daha da azim ve gayret içinde olarak. Çünkü, adına ister değişim ister dönüşüm deyin, ne olursa olsun son tahlilde insan yine insan, dünya yine dünya, hayat yine hayat ve ölüm yine ölüm. O halde “yaşama sevincini yitirmemek” gerekiyor.

 

Yaşama sevincimizi oluşturan, yaşama insiyakımızı besleyen inanç, duygu ve düşünceler bizde yaşıyorsa, yaşanacak ve dolayısıyla yapılacak çok şey vardır. “Uzviyet faaliyet içindir” diyor bir bilge zât. Evet, insan benliğinde var olan her organizma işlevini yerine getirmekle hayatiyetini sürdürür. Maddi ve manevi uzuvlar hayatın büyük cümbüşünde var olmanın coşkusunu yaşarlar böylelikle. Kimi zaman maddi konulardaki çabalar manevî, kimi zaman da manevi/zihinsel çabalar maddi zevkler sağlar. Çalışmak kazanmayı getirir beraberinde ama kazanmaktan daha büyük zevk ise başarmaktır. İnsanın; ortaya bir şey koyma, hayata bir şey katma başarısı, var oluşunu ve hayatı duyumsamasını sağlayan en belirgin mutlu olma araçlarındandır. Faaliyet, yaşıyor olduğumuzun habercisi, başarı ise onun meyvesidir. Maddi kazanımlar da buna benzer. Kazanmak, başarmak tadı ile birlikte güzeldir. Hatta başarmak kazanmaktan daha önceliklidir ve özünde başarmak kazanmaktır. Tam bu noktadan hareketle fert ve millet için bir motivasyon, bir tutkulu yöneliş noktasına varırız.

 

Hiçbir saplantıya ve önyargıya kapılmadan çerçevesi tek, renkleri çeşitli, özü köke kökene bağlı bir kimlik inşasının millet için gerekliliği ortadadır. Var olan ya da var saydığımız veya eksiklerini ana hatları netleştirip berkitirken -ahlakta, siyasada, hukukta, gelenekte vb.- aynı zamanda geleceğe dair bir ufuk da açmış oluruz. Evrensel olumlu olumsuz -çoğu olumsuz ne ki- etkileşimler çağında milli kimliği berkitmek ve bunu toplum nezdinde geçerli kılmak öncelik arz eden bir durumdur. Gerçek varlık, maddi varlığın üzerinde böyle gerçekleşir. Bunu gerçekleştirecek olanlar “sancı”sı olan bilim, düşünce ve kültür kurum ve kişilerdir. “Yerli” olanı yerli yerince idrak etmiş, milleti millet kılan ana değerleri baş tacı bilmiş “değer üreticiler” milletin aklı mesabesindedirler. Ve akıl işlemek durumundadır. Şöyle de söylenebilir: Akıl, salim akıl işlevini yerine getirdiği sürece akıldır. Beşerî anlamda faal akıl.

 

Sonrasında nasıl kişi için duygu diye bir gerçeklik varsa, bireyin sosyal yansıması olan toplum için de aynısı vardır. Sanat; müzik, edebiyat, sinema vb. tüm türleri dahil- duyarlık ve duyguları besler. “Millî Kimlik” geleneğin izi ve aklın verileri ile ilerlerken sanatın aydınlığından yararlanır. Çünkü, bazı şeyler realize edilmezler, duyuş ve sezişlerle keşfedilir. Sanatçı bunun maharetli ustasıdır. Pergelin sabit ayağı kimliğe sahip olan sanatçı tüm varoluşu dolaşır, millet muhayyilesinin bal peteğini doldurur. Ülküsel ufuklar açar, hayale kapı aralar. İnancın, heyecanın, birlik ve beraberlik sevincinin türküsünü söyler. Tarihin destanlarını bugüne, bugünün güzelliklerini kayıt altına alarak geleceğe taşır. Yan yana can cana birlikte yürüdüğü toplumuna duyarlık ve duygu, umut ve güven, sabır ve metanet erzakı taşır. Yaşanılan en ağır koşullarda bile “her gecenin bir sabahı” olduğunu fısıldar.“Güneşin batışını değil, doğuşunu yazar” ve bu insan ve topluma lazım olan umut adlı enerjidir. Aklı işletenlerin yanıbaşında kalbi “yüksek atan” sanatçılar var olmalıdır. Yine aynı etkenle vardırlar: Doğduğu toprak, aileden başlayarak ait olduğu millet, geçmişinden aldığı temiz miras, milleti için kurduğu akla alan açan büyük hayaller.

 

Kimliğin rengi, aklın gerekleri ve duyarlığın tutkusuyla hayatı sarıp sarmalayacak, madde planında ana değerleri nakış nakış dokuyacak iş/eylem/faaliyet gönüllüleri gelir sonra. Onlar diğer soyut üretimlerin, hedef ve hayallerin hayatta gerçekleşmesini sağlarlar. Askerinden doktoruna, işçisinden memuruna, esnafından iş adamına, çiftçisinden sanayicisine aynı yöne bakarak aynı amaç için ter dökerler. Yaşanılan zorluklara göğüs gererek ve asla umutlarını yitirmeyerek yürürler, çünkü, esasları akıl ve gönüllerince kabul görmüş bir “yürüyüş kararı” almışlardır. Aklın, kalbin ve elin ortak iradesi ile aşılmayacak engel olmadığına inanmışlardır. Akıl, gönül ve el fert özelinde ve toplum genelinde aynı hedefe yönelmişse arzulanan güç elde edilmiş demektir. Her birinin vazgeçilmez önemi vardır ve birisinin eksikliği diğerlerini sakat bırakır.

 

Geleceğin dünyası, pandemi vs. ne olursa olsun kimliğini koruyan; akıl, gönül ve elbirliği içinde olan milletleri barındıracak, geriye kalanlardan iz bile taşımayacaktır. “Bir, iri ve diri” olmayı başarmak, bizzat kazanmaktır: Atalara vefa sınavını, hakikate sadakat şerefini ve başı dik ve onurlu bir geleceği.       

Makale Yorumları
Makaleye ait yorum henüz yok.
Makaleye Yorum Yazın
Yazarın Diğer Makaleleri
    Yazara ait başka makale henüz yok.