10-08-2025 21:10
35
SUSKUN DÜNYA, KONUŞAN BOMBALAR: GAZZE
SUSKUN DÜNYA, KONUŞAN BOMBALAR: GAZZE
Gazze… Haritada bir nokta, gerçekte insanlığın kalbine saplanmış kara bir hançer. Küçük görünür, ama içinden bütün bir çağın utancı sızar. Bu dar kıyı şeridi, dünyanın vicdanına açılmış bir yaradır; kanar, kabuk bağlamaz, her bombayla yeniden açılır.

İmdat DEMİR

Gazze… Haritada bir nokta, gerçekte insanlığın kalbine saplanmış kara bir hançer. Küçük görünür, ama içinden bütün bir çağın utancı sızar. Bu dar kıyı şeridi, dünyanın vicdanına açılmış bir yaradır; kanar, kabuk bağlamaz, her bombayla yeniden açılır. İsrail’in demir kanatlı uçakları, tankları, keskin nişancıları yalnızca bedenleri değil, kelimeleri de öldürür; adalet kelimesi burada öksüz, hukuk kelimesi burada yetimdir. “Güvenlik” diye dillendirdikleri şey, zincirlenmiş bir halkın sessizliğidir; “meşru müdafaa” diye kutsadıkları, işgalin kurşunla yazılmış ilahisidir. Gazze’de hak, top mermisinin gölgesinde şekillenir; adalet, diplomatik salonların soğuk ışığında boğulur. Çocuklar ölürken Batı başkentlerinde kadehler tokuşur, televizyon stüdyolarında “denge” masalları anlatılır, üniversite kürsülerinde “karmaşık bir mesele” diye öğretilir. Oysa karmaşık olan hiçbir şey yok: Burada bir halk, planlı bir kıyametin içinde yavaş yavaş yok ediliyor. Bombalar binaları yıkar, kuşatma açlığı inşa eder, susuzluk kemiklere işler. Çocuklar yağmur suyu içer, bebekler kuvözsüz soğur, hastalar ilaçsız ameliyat edilir. Ve bu tabloyu izleyip hâlâ “ama” ile başlayan cümleler kuran her siyasetçi, her yorumcu, zalimin diline kiralık sesini veren bir dalkavuktur.

Uluslararası hukuk, burada yırtılmış bir kefen gibi savrulur; kâğıt üzerindeki maddeler, toprağa gömülmüş cesetlerin üzerinde hiçbir ağırlık taşımaz. Birleşmiş Milletler salonları, boş yankılarla dolu bir mezarlık gibidir; “ateşkes” kelimesi, dudaklardan havaya yükselir ama Gazze’nin gökyüzüne ulaşmaz. Çünkü bu dünya, celladın dilini konuşur. Roma Statüsü’ndeki kolektif cezalandırma yasağı, her gün çiğnenir; fakat fail, cezasızlığın tahtında oturur. Batı, “İsrail’in kendini savunma hakkı” der; peki Gazze’nin yaşama hakkı nerede? Bombardıman altında doğan bebeklerin çığlığı hangi mahkemede kanıt sayılır? İnsan hakları raporlar yazar, ama raporlar mermileri durdurmaz. Çünkü bu çağda mermiler, raporlardan daha çok hüküm taşır.

Kuşatma, yavaş ölümün mimarisidir. İsrail, Gazze’yi beton değil, susuzluk ve açlıkla çevrili bir zindana dönüştürmüştür. Denizi dikenli tel, kara sınırları beton, gökyüzü demir kanatlar… İnsanlar kendi evlerinde esirdir. Pencereden görünen deniz bile özgürlük vaat etmez, çünkü o ufuk da mayınlıdır. Yiyecek engellenir, su depoları hedef alınır, ekinler yakılır. Açlık bir savaş silahıdır; bu, yalnızca strateji değil, ruhun intiharıdır. Dünya ise “endişeyle izliyoruz” diyerek kendi korkaklığını parlatır. Endişe, mazlumun karnını doyurmaz, mezar taşına kazınacak bir ağıt değildir. Endişe, zalimin iştahını kabartan, mazlumun öfkesini kemiren bir maskedir.

Sürgün, Gazze’nin damarlarına 1948’den beri karışmış bir zehirdir. O yıl evlerinden edilenler, hafızaları çalınanlar, köklerinden koparılanlar… Bugün Gazze’nin çoğu sakini, mülteci kamplarında doğmuş üçüncü kuşak esirlerdir. Ev, dört duvar değildir; dedenin sesi, annenin ekmeği, çocuğun ilk adımı, komşunun kahkahasıdır. İsrail binaları yıkarken aslında bir halkın zamanla kurduğu köprüyü yıkar. Hafızanın yıkımı, betonun yıkımından daha ağırdır; çünkü ev yeniden yapılabilir, ama yıkılan geçmiş geri getirilemez. Sürgün, toprağın belleğini kazıyan bir suçtur; hafıza mezarlığının taşları hâlâ Gazze sokaklarındadır.

Gazze’de ölüm, rakamların içine sıkıştırılmış bir felakettir. “Bugün şu kadar kişi öldü” denir; oysa her sayı, bir evrenin sönüşüdür. Bir annenin kucağında kan, bir babanın elinde yarım kalmış bir oyuncak, bir çocuğun göğe bakarken gördüğü son ışık… Dünya bu ölümleri öylesine izler ki, sanki bu insanlar hiç yaşamamış. En korkuncu, ölümün sıradanlaşmasıdır. Sıradanlaşma, zalimin en büyük zaferidir; çünkü cinayet gündelik hayatın dokusuna işlediğinde, onu durduracak irade kalmaz.

Etik değerler, Gazze’nin göğünde patlayan her bombayla biraz daha çürür. Zulme karşı sessizlik, zulmün ortağı olmaktır; bunu söylemek radikal değil, insan olmanın asgari gereğidir. Ama dünya, “tarafsızlık” maskesi altında celladı korur. Burada tarafsızlık, ahlaki çürümenin inceltilmiş adıdır; adalet, mazlumdan yana olmadan var olamaz. Gazze’de çocuklar ölürken “her iki taraf” diyenler, suçu paylaştırarak onu meşrulaştırır. Etik, diplomatik vitrin süsüne dönüşür; o vitrinin boyası, mazlumun kanıdır.

Sormak zorundayız: Biz gerçekten medeniyet mi kurduk, yoksa barbarlığı altın varakla süsleyip adına “uygarlık” mı dedik? Eğer binlerce sivilin ölümüne seyirci kalabiliyorsak, “medeniyet” yalnızca bir kelime oyunudur. Gazze’ye bakmak, kendi vicdanımıza bakmaktır; o vicdanın kirini, uyuşmuşluğunu, korkaklığını görmekten kaçamayız.

İsrail’in “meşru müdafaa” söylemi, dilin kalbine sıkılmış bir kurşundur. Bir halkı on yıllardır kuşatma altında tutup, açlıkla ve ölümle sınayıp, sonra verdikleri her tepkiyi “terör” diye damgalamak, dilin mezar taşını dikmektir. Bu mantık, kurbanı suçluya, suçluyu kurbana dönüştürür. Batı’nın “İsrail’in güvenlik hakkı” söylemi, güvenliği yalnızca güçlüye tanır; mazlumun güvenliği ise diplomasi çöplüğünde çürür. Oysa gerçek güvenlik, Gazze’de doğan bir bebeğin nefesini korkusuz alabilmesidir; tank gölgesinde değil, gökyüzü altında.

Gazze, insanlık onurunun sınandığı mihenk taşıdır. Onur, yalnızca kendi halkını değil, başkasının yaşam hakkını savunabilmektir. İsrail, güvenliğini ancak bir halkı sürekli ölüm tehdidi altında tutarak sağlıyorsa, bu güvenlik değil, korkunun yeniden üretimidir. İnsanlık onuru, bombalanan bir hastane odasında, karanlıkta ameliyat edilen bir çocuğun gözlerinde belirir. O gözleri görmezden gelen dünya, onurunu kaybetmiştir. Bir gün bu savaş bitecek; bombalar susacak, kuşatma kalkacak. Belki yeni nesiller barış içinde yaşayacak. Ama tarih, bu günleri yazarken yalnızca İsrail’in zulmünü değil, dünyanın sessizliğini de kaydedecek. Ve biz, şu soruyla yüzleşeceğiz: Gazze’nin çocukları ölürken biz ne yapıyorduk? Gözlerimizi mi kaçırıyorduk, yoksa zalimin diliyle mi konuşuyorduk? İsrail’in hukuksuzluğu yalnızca Gazze’yi değil, hepimizi esir alıyor; çünkü adaletin olmadığı yerde özgürlük de yoktur. Gazze, insanlığın önüne konmuş kara bir aynadır; ona bakmaya cesaret etmeyen, kendi insanlığından kaçandır. Bu yüzden Gazze, yalnızca Filistin’in değil, bütün dünyanın davasıdır; çünkü zulüm bir yerde meşrulaştığında, tüm dünyaya sirayet eder. İsrail’in kuşattığı yalnızca Gazze değil; insanlığın kalbidir. Ve kalbi kuşatılmış bir dünya, yaşayan bir dünya değildir.

Haber Yorumları
Habere ait yorum bulunmamaktadır.
Habere Yorum Yazın